Öncelikle bu
yazıyı Polonya hakkında bilimsel veriler, objektif bir bakış açısı ile
anlatılan bir tarih hatta restoranlar veya popüler eğlence mekanları öğrenme arzusu ile okuyan arkadaşlardan özür
diliyorum.Çünkü bu yazı tamamen bir hayalperestin kaleminden olmasa bile,
klavyesinden dökülecek.Objektif olmayı bırakın yer yer bana mendil uzatmak
isteyeceğiniz anlara bile tanıklık edeceksiniz.
Ah güzelim Polonya…
Daha uçaktan
iner inmez nefesinizi kesercesine tüm ayazıyla -ama aynı zamanda tonton bir ev
sahibi gibi sımsıcak- sizi kucaklayan
ülke.
Uzun süren
otobüs yolculuklarında bile gözlerimi kırpmayıp yol kenarında doğayla
bütünleşmiş mimariyi, insanla doğanın muhteşem iş birliğini izleyebilmek için
kendimi zorluyorum. Yeşilin binlerce tonuna ev sahipliği yapan ülkenin
mimarisini bu yönde ilerletmesi çok hoşumuza gitti açıkcası. Ne şehir
merkezinde ne de küçük kasabalarda beton yığını çirkin evler, yahut çarpık
kentleşmeden eser yok.İnsanlar mutlu. Ve belki de bu yüzden
sağlıklı.Sokaklarında yürürken bir yabancının içten gülümsemesi bizleri çocuk
gibi sevindiriyor. Cadılar Bayramı’nın üstünden çok zaman geçmemiş olması en
büyük şanslarımızdan biri çünkü yerel yemekleri denemek ve biraz ısınmak için
mola verdiğimiz restoran hala balkabaklarını, mor lavantaları ve kapı üstlerine
asılmış ökseotlarını kaldırmamış.Bu bir görsel şölen yaşatıyor
bizlere.Yemekleri mideye indirip dışarıya adımımızı attığımızda incecik yağan,
yılın ilk karına denk geliyoruz.Suratlarımızda kocaman bir gülümseme.
Başımızı ne
tarafa çevirsek bağımsızlık savaşının anlatıldığı göz kamaştırıcı heykeller
görüyoruz.Ülke olarak özgürlüklerini geç elde etmiş olmaları onları
birbirlerine kenetleyen en büyük etken.
Grup olarak
gezdiğimiz ve boş koridorlarında yürürken bile nefes almakta zorlandığımız
Auschwitz Yahudi Toplama Kampı’nı gezerken küçük Polonyalı çocuklar görüyoruz.
Gözleri donuk etrafı inceliyorlar.
Sonraki durağımız “Öğrenci Şehri” diye anılan Krakow. Şehir
bir çok Üniversite ve Sanat Okulu’na ev sahipliği yapıyor. Dünyanın her
yerinden gelen değişim öğrencileri dolaşıyor sokaklarında.Turistlere gösterilen
ilgi büyük ama bundan rahatsız olmuyorsunuz.
Krakow aynı zamanda çok tarihi bir şehir,
gözlerinizin her an eski bir kiliseye, dağın başına kurulmuş bir katedrale
yahut soylu bir ailenin köşküne çarpmaması imkansız. Hatta Osmanlı dönemi
eserlerini bile görebiliyorsunuz. Şehir geliştikçe merkezde kalmış saray
kalıntıları var her yerde. İçimde gelişen içeri girip prensesi kurtarma
dürtüsüne engel olmaya çalışıyorum.Sanki her an önünüzden kılıç kuşanmış
şovalyeler geçecekmiş gibi hissediyorsunuz.Rüyalar Ülkesi kapılarını bizlere
açmış gibi gözlerimiz kocaman açılıyor.
Şehirde bir çok milletten insanın bulunması
mutfağa da yansıyor tabi.İtalyan pizzacıları, Türk dönercileri ve Arap
yemekleri arasında ne yiyeceğimizi şaşırıyoruz.Ayrıca pasaj içlerindeki küçük
dükkanlar size alışveriş mutluluğunu makul fiyatlara yaşatıyor.
Ertesi günümüz yerel dansları izleyip
bunları denemekle geçiyor çok eğlenceli (işi bilene kolay ama benim gibi halay
insanlarına zor gelen) bir yerel dansları var.Onları izlemenin büyük bir zevk
olduğundan bahsetmiyorum bile.
Daha yaşadığım binlerce mutlu an, kurduğumuz
güzel arkadaşlıklar, ülke hakkında öğrendiğimiz çarpıcı bilgilerle Polonya
benim hayatımda önemli yapı taşlarından biri haline gelmiş durumda. Bu şansı
bana veren herkese teşekkür ediyorum.Umarım bir nebze olsun aklınızda
canlandırabilmiş, içinize bir Polonya merakı düşürebilmişimdir.Buraya kadar
benimle olan okuyucu sana da teşekkür ederim. J
Merve Özdem Direkçi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder